Hüsamettin URFALIER

Hüsamettin URFALIER

Kayseri, Köşe Yazısı, Hüsamettin Urfalıer, Yazar

TÜRKLERİN KAYSERİ’YE GELİŞİ

Kayseri Türkler gelmeden önce Hitit, Eti, Asur, Lidya, Klikya, Pers, Roma, Bizans, Emevi ve Abbasi uygarlıklarının hâkimiyetinde yaşamıştır. 1067 yılında Orta Asya’dan gelen Oğuz-Türkmen boylarından oluşan Anadolu Selçuklu Devleti'ne katılan ilk Türk Beyliği olan Dânişmendlilerin hâkimiyetine girer. (Tomarza İlçesinde bulunan mezar kalıntıları Türkistan’dan Anadolu’ya göç eden eski Türk topluluklarının izlerini taşır.) Böylece Kayseri’nin Türk kimliğindeki kaderi, Anadolu Selçuklu Devleti’nin kuruluşu ile başlar. Bu dönemde I.Haçlı Seferi'nde 1097'de Kudüs'ü ele geçirmek üzere Anadolu'ya gelen haçlılar Kayseri’yi ele geçirdi.

Bu tahribatın ardından Dânişmend emîri Melik Muhammed Gazi (Melikgazi) uzun muharebe yıllarında harap olmuş Kayseri’de şehrin mamur ve görkemli hale getirilmesinde uzun süre devam ettirilecek imar faaliyetlerini başlatmış, 1205 yılında şehrimizin ilk ve en eski ulu camisi olan Camii-Kebir’i inşa ettirmiştir. (Menkıbeye göre Melik Mehmed Gazi; rüyasında Peygamber Efendimiz - Sallâllâhu Aleyhi Ve Sellem-’i görür. Efendimiz, rüyasında kendisine “Camii ile ilgili Allah dostu bir kadının isteğini yerine getirin” dediğini görür. Rüyası üzerine ustabaşı çağrılır ve kadının isteği üzerine camiinin doğu duvarına kadının verdiği yedi tuğla yerleştirilir.)

Selçuklu Sultanı I. Gıyâseddin Keyhüsrevin kız kardeşi Gevher Nesibe Sultanın verem hastalığına yakalanarak vefat etmesi ve vasiyeti üzerine 1206 yılında “tıp eğitimi ve sağlık hizmetini birlikte veren dünyanın ilk tıp merkezi olan” Gevhernesibe Şifahiyesi inşa ettirilmiştir. Günümüzde sağlık kurumlarında yer alan yılan sembolü bu Şifahanenin duvarında bulunan ve birbirine bakan çift yılan motifinden esinlenerek kullanılmaktadır.

(Rivayete göre sultan I. Gıyâseddin Keyhüsrev, kardeşi Gevher Nesibe’nin istediği kişi ile evlenmesine karşı çıkar. Bu kişi gittiği savaşta ölür. Bu duruma çok üzülen Gevher Nesibe kederinden yatağa düşer, vereme yakalanır. Gevher Nesibe özür dileyen I. Gıyâseddin Keyhüsrev'e kendisi gibi devasız hastalığa yakalananlar için ücretsiz bir şifahane yaptırmasını vasiyet eder.)

Daha sonra II. Gıyaseddin Keyhüsrev'in annesi Mahperi Hunat Hatun, o dönemdeki hanımların, ilme ve âlimlere verdikleri değeri görür ve bundan etkilenerek Hunat Hatun Külliyesini inşa ettirir.

(Hunat Hatun, Alanya Kralı Kir Fard’ın kızıdır. Alaeddin Keykubad, 1220 yılında Alanya Kalesi’ni kuşatır. Rivayete göre kuşatmanın ardından Sultan Alâeddin, Kralın kızı Prenses Destina ile evlenir. Sultan Alâeddin’in ölümünün ardından Turesan-ı Velî Hazretlerinin de tesiriyle müslüman olduğu söylenir. Kültürlü ve hayırsever bir kişi olarak kendisine bilge, büyük manasına gelen Huand (Hunat); eğitim ve öğretime yaptığı katkılardan dolayı da, ay parçası manasındaki Mahperi ismi verilir.)

Görüldüğü üzere Kayseri’de Türk dönemi Selçuklu yapılarının inşasında “kadınların rolü” büyüktür.

Yine Kayseri Kalesi her ne kadar eski zamanlara dayanıyor olsa da kalenin şimdiki halini 1224 tarihinde Selçuklu Sultanı I. Alâeddin Keykubat yaptırmıştır.

Yukarıda saydıklarımla başlayıp devam eden elli yıl içinde adeta kümbetler (Büyük devlet ve din adamlarının defnedildiği dört duvarının üzeri kubbe ile örtülen anıt mezarlara türbe, silindirik çokgen gövdeli ve konik veya piramit çatılı olanlara ise kümbet denilmektedir.) şehri diyebileceğimiz Kayseri’de “Döner Kümbet, Alaca Kümbet, Çifte Kümbet, Sultan Hanı, Hacı Kılıç Külliyesi, Sahabiye Medresesi” gibi Selçuklu’ların şehrin dokusuna yerleştirmiş olduğu birçok eser, birer nakış gibi bugün de olanca haşmetiyle durmaktadır. Kayseri, mevcut kimliği ve ağırlığı ile Selçuklu’yu yansıtır.

Yine bu dönemde ahiliğin kurucusu olan “Ahî Evran” ile Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmînin hocası “Seyyid Burhâneddîn Hazretleri” gibi pek çok tasavvufi düşünce büyüğü hayatının bir kısmında Kayseri’de yaşamış, Selçukluların bu döneminde Kayseri’de adeta ortaçağın altın dönemi yaşanmıştır. Kayseri adeta manevi bir başkenttir. Burada parantez açılması gereken üzücü kısım 1238-1243 yıllarına gelindiğinde yaşanan Moğol istilası sebebiyle şehrin tarumar edilmesi ve binlerce yurttaş ve ahinin katledilmesidir.

Şehir 1308 yılında Moğol İmparatorluğuna bağlı fakat halkının çoğunluğu Türk olan İlhanlıların, daha sonra aslen Uygur Türklerinden olan Eretna Beyliğinin hâkimiyetine girmiştir. Bu dönemde Türk edebiyatının önemli temsilcilerinden ve divan şiirinin kurucularından olan şehrimizin manevi mimarlarından Kadı Burhâneddin Kayseri kadılığı ve vezirlik görevlerini ifa etmiştir.

1335 yılında Moğol İmparatoru Timur şehri işgal edip, giderken şehri Karamanoğulları beyliğine bırakmış, daha sonra Dulkadiroğlularının hâkimiyetine giren Kayseri Yavuz Sultan Selim Han tarafından 1515 yılında Osmanlı Devleti'ne bağlanmıştır. 1835 yılında Ankara’ya sancak olarak bağlanan ilimiz Cumhuriyet döneminde 1924 Anayasası ile vilayet haline gelmiştir.

Sonsuza kadar da TÜRK yurdu olarak kalmaya devam edecektir…

 

PAYLAŞ

DİĞER YAZILARI

×